Oyunlar... Bilgisayar ile tanışmam oyun sayesinde olmuştu. O oyun bir çok kişinin yakından bildiği özellikle bir zamanlar internet kafelerde altın çağını yaşayan Half-Life idi. Oyunu pat diye oynamamıştım tabi. Önce izlemeye birşeyler öğrenmeye çalışmıştım. Belli bir zamandan sonra sıra oynama vaktine gelmişti. Allah'ım o sağ ellerinde tuttukları şeyi nasıl idare edecem. Hele onlarca tuşu olan klavyeyi. Micky faremi elime ilk aldığımda Half-Life karakterimin başını bile doğrultamıyordum. Habire sağa sola kaçırıyordum. Hele hem hareket edip hem de etrafa bakmaya çalışmak yok mu! Yok, yok, yok... Yapamıyorum. Yapsam ne olur? Daha doğar doğmaz ölüyordum. El insaf be. Burada öğrenmeye çalışıyoruz! Yok ama bir kez gözlerini kan bürümüş. Kim varsa saldır. Yav koca roket atarı bana doğrultmuş ben kaçamıyorum :-) Böyle böyle derken bir baktım ki artık Micky faremi sanki bir uzvummuş gibi kullanıyorum. Artık klavyedeki tuşlara da bakmıyorum. E yavaş yavaş oyunun hinliklerini de öğrenmişim, daha durur muyum?! Kendimi oyun dünyasına attım ve beni bekleyen maceralara doğru yol almaya başladım.
Half-Life ile tanışmıştım bir kere. Artık bana oyun gerekiyordu. Doktorun "bu çocuk günde 2 saat oyun oynaması gerekli" tavsiyesine uymalıydım. Ama evimde bilgisayar yoktu. Olsun, varsın olmasın. Aç kalacağımı bile bile internet kafeye giderim. Belli bir zamandan sonra tabi Half-Life kesmez olmuştu. Arkadaşı Counter Strike ise hiç ilgimi çekmiyordu. Ben de yine grup halinde oynanan başka bir oyuna, Midtown Madness'e sardım zaten.
-Yav bu çocuklar niye birbirlerine çarpıyorlar?
-Ne, arabanın üstündeki altın kapmak için mi! Allah Allah. Ne garip bir oyun,
derken kendimi Ford Mustang'in direksiyonunda bulmuştum.
-Kaç, kaç, kaç... Abi haritayı takip etsene...
Paldır küldür bu oyunu da öğrenmiştim. Ne çok eğleniyorduk. Kafe tanıdık olduğu için bağıra bağıra oynuyorduk. (Şimdi düşünüyorum da amma ayılık yapmışız)
İnternet kafe kültürüm böyle böyle ilerlemişti. Ama ben artık para yetiştiremiyordum. Zaten kafe ortamını hiç sevmiyordum. Çünkü kıraathane gibi duman altı oluyordu. O zamanlar internet kafeler denetim nedir bilmezdi. Bakmayın şimdi denetlendiklerine... Birşey yapmalıyım. Eve bir bilgisayar gelmeli. Ama nedense babama bilgisayar alması için istekte bulunmuyordum. Bir zaman sonra sanki içimi okumuş gibi
-"Gel bilgisayar alalım" demişti.
Meğer amcam aklına girmiş. Bir yandan da acaba cayar mı diye düşünüyordum. Sonra iki gün geçmeden eve bilgisayar geldi. Tabi şimdiki gibi kurt değilim ki! Nerden bileyim bilgisayarın RAM'ini, işlemcisini, ekran kartını. Allah'tan babam orta bir konfigürasyonu alabilecek para vermişti de güzel bir bilgisayarım olmuştu. Akşam vakti geldiğinde ben monitöre monitör de bana bakıyordu. Elde ne oyun var ne de başka birşey. Zaman kaybetmeden arkadaşın tekinden onlarca oyun aldım. Tabi bir heves bir heves, oyunları yüklüyorum ama bir türlü çalıştıramıyorum. Ha bire hata veriyor. Meğer oyunlar kopya, bizimde buna c*ack yapmamız gerekiyormuş. Ölme eşşeğim ölme. Ne kadar zor geliyordu :-)
Yıllar geçti ve ben belli bir oyun kültürüne erdim. Bu zaman zarfında o kadar iyi oyunlar oynamıştı ki, artık oyun beğenmiyorum. Benim için yeri ayrı olan oyunlar oynamıştım. Şimi bakıyorumda en son zevkle oynadığım ve etkisinden kurtulamadığım oyun Half-Life 2. Onunla oyuna başladım onunla bitirdim sanki :-)
Hani yeri benim için ayrı oyunlar var dedim ya, işte onlar:
Oyunu yine bir arkadaşımdan almıştım. Görüntü kalitesi ilk anda beni kendine bağlamaya yetmişti. Ama oynadıkça, asıl önemli olanın senaryo ve atmosfer olduğunu kavramıştım. Oyunun ortalarına doğru anca kombo hareketi öğrenmiştim.(hani yavaş çekimde kendi ekseni etrafında dönüp dehşet saçması) Oyunu bitirdiğimde sonunda çalan "Late Goodbye" şarkısı ileride POTF ile tanışmama sebeb olacaktı.
Blogumu takip edenler bu oyuna ne kadar hasta olduğumu bilirler. Tam bir yazımızı bu oyuna ayırmıştık. Yazımızı diyorum, çünkü her oyunu kardeşim ile oynardık. Birlikte çok daha eğlenceli olurdu. İlk defa bu tür bir oyun oynamıştım. Alışması başta zor gelmişti. Sonra sonra oyunun ustası oldum. Ayrıca hastası da. Bir oyunun atmosferi bu kadar etkileyici, senaryosu bu kadar sürükleyici olur! Başka birşey demiyorum. Zaten "MAFIA" denilince akan sular durur. Eren sen bir şeyler söyle, belkide ben yeterince anlatamıyorum :-)
Bu oyunda bir sene sonra yine bir yazımızı onunla geçirmemize sebeb oldu. Oyun o kadar çok ilkleri içeriyordu ki, keşfet keşfet bitmiyordu. Oyna oyna sıkılmıyordum. Haritası desen zaten git git bitmiyordu. Hele o kasabaları yok mu: En sevdiğim yerleşim birimleriydi. Ara ara gidip piknik yapardım :-)) Bu oyunda benim için "farklı" olmuştu.
Başta teknik anlamda bu oyuna hasta olmuştum. Çünkü muhteşem grafik motoru Source en düşük konfigürasyon ile en iyi görüntüyü sağlıyordu. Hele oyunun fizik modellemesi, almış başını gitmişti. Bir çok oyun editörü bu oyunu fizik teknolojisi demosu olarak bile adlandırdı. Oynanabilirlik anlamında diğer oyunlardan en belirgin farkı; senaryo işleyişinde bölüm-kısım gibi parçalar yoktu. Oyuna bir kere başladınız mı oyunun sonuna kadar durmadan oynuyorsunuz. En güzeli de "bu görevi yap, şunu getir gibi" yönlendirmelerin olmaması. Atmosfer zaten beni bağlamıştı. Ama atmosferinden en çok etkilendiğim oyun hala MAFIA :-)
Bu iki oyunu birbirinden ayırmak istemedim. Çünkü ikiside Alman tarihini ve dolayısıyla 2. Dünya Savaşı'nı öğrenmemde çok yararlı oldular :-) Şaka bir yana, üstte saydığım oyunlar kadar "farklı" olmasalar da benim için yerleri ayrıdır.
Evet, evet sonunda yazımı bitirebildim. Bilgisayarın başına geçtiğimde bu kadar çok şey yazacağımı asla tahmin edemezdim. Meğer ne çok söyleyecek şeyim varmış :-)
Bu yazıyı sonuna kadar okuma sabrını göstermiş arkadaşladan küçüklerin gözlerinden, büyüklerin ellerinden öperim.
Sevgiyle ve oyunla kalın...
Bu sabah sahura kalktığımda oyunlar aklıma takıldı. Acaba dedim neden eskisi kadar oyun oynamıyorum? Ne güzel anılarımız olmuştu oysa. Böyle bir geçmişe yolculuk yapıp kendimle yüzleşmeye çalıştım. Hadi neler olmuş öğrenelim.
Half-Life ile tanışmıştım bir kere. Artık bana oyun gerekiyordu. Doktorun "bu çocuk günde 2 saat oyun oynaması gerekli" tavsiyesine uymalıydım. Ama evimde bilgisayar yoktu. Olsun, varsın olmasın. Aç kalacağımı bile bile internet kafeye giderim. Belli bir zamandan sonra tabi Half-Life kesmez olmuştu. Arkadaşı Counter Strike ise hiç ilgimi çekmiyordu. Ben de yine grup halinde oynanan başka bir oyuna, Midtown Madness'e sardım zaten.
-Yav bu çocuklar niye birbirlerine çarpıyorlar?
-Ne, arabanın üstündeki altın kapmak için mi! Allah Allah. Ne garip bir oyun,
derken kendimi Ford Mustang'in direksiyonunda bulmuştum.
-Kaç, kaç, kaç... Abi haritayı takip etsene...
Paldır küldür bu oyunu da öğrenmiştim. Ne çok eğleniyorduk. Kafe tanıdık olduğu için bağıra bağıra oynuyorduk. (Şimdi düşünüyorum da amma ayılık yapmışız)
İnternet kafe kültürüm böyle böyle ilerlemişti. Ama ben artık para yetiştiremiyordum. Zaten kafe ortamını hiç sevmiyordum. Çünkü kıraathane gibi duman altı oluyordu. O zamanlar internet kafeler denetim nedir bilmezdi. Bakmayın şimdi denetlendiklerine... Birşey yapmalıyım. Eve bir bilgisayar gelmeli. Ama nedense babama bilgisayar alması için istekte bulunmuyordum. Bir zaman sonra sanki içimi okumuş gibi
-"Gel bilgisayar alalım" demişti.
Meğer amcam aklına girmiş. Bir yandan da acaba cayar mı diye düşünüyordum. Sonra iki gün geçmeden eve bilgisayar geldi. Tabi şimdiki gibi kurt değilim ki! Nerden bileyim bilgisayarın RAM'ini, işlemcisini, ekran kartını. Allah'tan babam orta bir konfigürasyonu alabilecek para vermişti de güzel bir bilgisayarım olmuştu. Akşam vakti geldiğinde ben monitöre monitör de bana bakıyordu. Elde ne oyun var ne de başka birşey. Zaman kaybetmeden arkadaşın tekinden onlarca oyun aldım. Tabi bir heves bir heves, oyunları yüklüyorum ama bir türlü çalıştıramıyorum. Ha bire hata veriyor. Meğer oyunlar kopya, bizimde buna c*ack yapmamız gerekiyormuş. Ölme eşşeğim ölme. Ne kadar zor geliyordu :-)
Yıllar geçti ve ben belli bir oyun kültürüne erdim. Bu zaman zarfında o kadar iyi oyunlar oynamıştı ki, artık oyun beğenmiyorum. Benim için yeri ayrı olan oyunlar oynamıştım. Şimi bakıyorumda en son zevkle oynadığım ve etkisinden kurtulamadığım oyun Half-Life 2. Onunla oyuna başladım onunla bitirdim sanki :-)
Hani yeri benim için ayrı oyunlar var dedim ya, işte onlar:
Max Payne
Oyunu yine bir arkadaşımdan almıştım. Görüntü kalitesi ilk anda beni kendine bağlamaya yetmişti. Ama oynadıkça, asıl önemli olanın senaryo ve atmosfer olduğunu kavramıştım. Oyunun ortalarına doğru anca kombo hareketi öğrenmiştim.(hani yavaş çekimde kendi ekseni etrafında dönüp dehşet saçması) Oyunu bitirdiğimde sonunda çalan "Late Goodbye" şarkısı ileride POTF ile tanışmama sebeb olacaktı.
MAFIA
Blogumu takip edenler bu oyuna ne kadar hasta olduğumu bilirler. Tam bir yazımızı bu oyuna ayırmıştık. Yazımızı diyorum, çünkü her oyunu kardeşim ile oynardık. Birlikte çok daha eğlenceli olurdu. İlk defa bu tür bir oyun oynamıştım. Alışması başta zor gelmişti. Sonra sonra oyunun ustası oldum. Ayrıca hastası da. Bir oyunun atmosferi bu kadar etkileyici, senaryosu bu kadar sürükleyici olur! Başka birşey demiyorum. Zaten "MAFIA" denilince akan sular durur. Eren sen bir şeyler söyle, belkide ben yeterince anlatamıyorum :-)
GTA: San Andreas
Bu oyunda bir sene sonra yine bir yazımızı onunla geçirmemize sebeb oldu. Oyun o kadar çok ilkleri içeriyordu ki, keşfet keşfet bitmiyordu. Oyna oyna sıkılmıyordum. Haritası desen zaten git git bitmiyordu. Hele o kasabaları yok mu: En sevdiğim yerleşim birimleriydi. Ara ara gidip piknik yapardım :-)) Bu oyunda benim için "farklı" olmuştu.
Half-Life 2
Başta teknik anlamda bu oyuna hasta olmuştum. Çünkü muhteşem grafik motoru Source en düşük konfigürasyon ile en iyi görüntüyü sağlıyordu. Hele oyunun fizik modellemesi, almış başını gitmişti. Bir çok oyun editörü bu oyunu fizik teknolojisi demosu olarak bile adlandırdı. Oynanabilirlik anlamında diğer oyunlardan en belirgin farkı; senaryo işleyişinde bölüm-kısım gibi parçalar yoktu. Oyuna bir kere başladınız mı oyunun sonuna kadar durmadan oynuyorsunuz. En güzeli de "bu görevi yap, şunu getir gibi" yönlendirmelerin olmaması. Atmosfer zaten beni bağlamıştı. Ama atmosferinden en çok etkilendiğim oyun hala MAFIA :-)
Call Of Duty & Medal Of Honor
Bu iki oyunu birbirinden ayırmak istemedim. Çünkü ikiside Alman tarihini ve dolayısıyla 2. Dünya Savaşı'nı öğrenmemde çok yararlı oldular :-) Şaka bir yana, üstte saydığım oyunlar kadar "farklı" olmasalar da benim için yerleri ayrıdır.
Evet, evet sonunda yazımı bitirebildim. Bilgisayarın başına geçtiğimde bu kadar çok şey yazacağımı asla tahmin edemezdim. Meğer ne çok söyleyecek şeyim varmış :-)
Bu yazıyı sonuna kadar okuma sabrını göstermiş arkadaşladan küçüklerin gözlerinden, büyüklerin ellerinden öperim.
Sevgiyle ve oyunla kalın...
Call of duty 2 ve medal of honoru bende unutamıyorum bide NFS serilerini.
YanıtlaSil:D:D ya sana c*ack yapmayı mouse nin sağ tuşunu kullanmayı öğrettiğim günler geliyor da aklıma teeey tey nereden nereye şimdi ben senden bişiler kapmaya çalışıyorum:D:D bu arada yazım hatalarına dikkat canım olmasalamalar gibi bişi yazmışsın bide düşük yerine düşün yazmışsın dikkatimi çekenler bunlardı nık nık nık:)(:
YanıtlaSilValla benim senin gibi bir oyun kültürüm olmadı dostum. Ama yeni yeni takılıyorum işte ama pc değil ps3 hevesi başladı bizde ailecek.Birde travian. Ama bence oyun oynamakta rahatlatıyor insanı beni öyle yapıyor mesela. Sinirlerim yaıtşıyor stres atıyorum. Bu arada bahsettiğin oyunların hepsi harika:)
YanıtlaSilOy oy oy. PS3 he. Travian zaten almış başını gidiyor. Stres atma konusuna gelince sonuna kadar haklısın. Bu arada sizlerle bir zamanlar PCnet forumunda da paylaştığım bir yazıyı paylaşmak istiyorum.
YanıtlaSil"Kalk oğlum şu şeyin önünden, yeter artık ama! Yemek sofrada, sen hala burada oyun oynuyorsun. Yetmedi mi oyun ya! Bak dönüp bakmıyor bile. Ben sana yapacağımı bilirim..."
" Anne ne yaptın yaa!?... Oyunun en önemli yerinde fişini çektin aletin... ama... iki dakika daha vallaha billaaaa..."
" Yok sana artık oyun moyun... Yürü içeri yemeğini ye!... İki dakkaymış...."
Bu diyalog size tanıdık geliyor mu? Nasıl hepiniz gülümsüyorsunuz. Hepimiz yaşadık bunları. Tabii bu kadarla kalmadı. Hep başımıza kakıldı, bu oyunlar zaman kaybı, eğitici hiç bir yanı yok diye. Gerçekten böyle miydi? Yani biz günlerimizi saatlerimizi harcarken hiç bir şey mi öğrenmedik? Daha % 10'unu kullanamadığımız beynimizin bir yerlerinde hiç mi bir şey kalmadı yararlı, oynadığımız onca oyundan? Yetişkinliğe adım atarken, oyuncuları diğerlerinden ayıran hiç mi bir fark yoktu?
Yazının aslı burada.
Ayrıca PCnet forumlarında bu başlığa gelen ilginç yorumlara bakmak için tıklayın.
@volkanalabaz travian da hangi server dasın ben s5 te bakayzer adındayım bekleris;)
YanıtlaSilÇok güzel bir öykü teşekkürler. Bu arada dostum sana yorum yaptıktan sonra evden çıktım biraz önce gördüm kusura bakma:)Dün galiba bir arkadaşım var onunla konuşuyoruz bana oğlunu şikayet ediyor çocuk burada lisede okuyormuş ve bütün zamanını sadece pc oyunu ile alakalı doktora götürmüşler gene aynı seviyenide bırakmak gerek galiba:)))
YanıtlaSilBaran bırak bu işleri, Volkan ezer seni. Bir de açık adresini vermiş bak bak bak :-) Len canına mı susadın :-)
YanıtlaSilhikayen hiç de yabancı değil Erhan..
YanıtlaSileski günlere götürdün beni..
bir keresinde de annem ekranın başına geçmişti..oyunun da en önemli yeriydi :D
off off :P