Günler, haftalar, aylar derken yıllar ne çabuk geçiyor. İnsan geriye baktığında neden daha çok mutlu olduğu anları hatırlıyor. Sanki o geçen yılları sıkıntılarla, türlü türlü dertlerle geçiren bendim. Biliyorum, daha küçükken bir şekere mutlu olmayı öğrendik; bazen yediğimiz tokat için bazense istediğimiz oyuncak için verdiler o şekeri bize. Ama ben hep o şekeri hatırladım. Tanımadığım biri verse bile...
2005 yılında girdiğim üniversiteden 2009 yılında tarlaya sürülmek için mezun oldum. O 4 yılı uzatıp da 7+1 okuyanları hala anlayabilmiş değilim. Abi, üniversite bir yerden sonra çok monoton, sıkıcı oluyor. Son sene yüksek lisans yapmaya heveslenmiş bıldırcınları aksine bir an önce askere ve akabinde iş hayatına atılmak istiyordum. Üniversiteyi başarı (derecemi söylemeyeceğim, nazar edersiniz) ile bitirdikten sonra bir hışımla kendimi Üsküdar Askerlik Şubesi'nde buldum. Tam en civcivli olduğu vakit gittiğim için nerdeyse bir hafta sabah 7 akşam 5 ön askerlik deneyimi yaşadım. Daha asker olmadan asker olmayı başarıyorsunuz askerlik şubelerinde. Ağustos 2009 celbine yetişemesem de Aralık 2009 celbine Yedek Subay adayı olarak başvurumu yapabilmiştim. Temmuz 2009'dan Aralık 2009 tarihine kadar geçen o 5 ay hayatımın en zor geçen kısımlarından biriydi. Üçer ay arayla önce amcamı sonra da dedemi kaybetmiştim. Ne yalan söyleyeyim amcam için üzüldüğüm kadar dedeme üzülmemiştim; çok genç yaşta vefaat etti. İlk defa o zaman üzüntüden kalp krizi geçiriyor gibi oldum. O anları düşündükçe ailemizden birinin vefaatı şimşek gibi çakıyor şu karmaşık zihnime. Siz de benim gibi ailede ölecek ilk kişi olmayı dilemediniz mi hiç? Bu dileğin bencilce ve de günah olduğunu pekala biliyorum. Biliyorum ama...
12 Aralık 2009 günü eninde sonunda gelmişti. 10 Aralık saat 23:59 otobüsü ile Ankara yollarına düştüğüm o soğuk akşamı hiç unutmam. 24 yaşıma gelene kadar bir çok arkadaşımı yolcu etmiştim askere. Hemen hemen hepsi sünnet düğünü gibi eğlence tertip etmiş ve askere gümbür gümbür gitmeyi tercih etmişti. Hani o E-5 trafiğini kitleyen ve yolda İstiklal Marşı söylenen cinsten... Kendimi bildim bileli kalabalığı ve şamatayı sevmediğim için o gün geldiğinde valizimi alıp sesizce evden çıkmayı hayal ederdim. 24'üme geldiğimde aynen hayal ettiğim gibi sessizce ama sevdiklerimle yolcu edildim Ankara'ya. Kimsenin beni yolcu etmesini istemediğim halde sevgili ilkokul hocam (!) ve ailesi, sevgili dostum Emre ve ailesi, Ziya ve Emin dayılarım, kuzenim Ümit ve ailem beni yalnız bırakmamışlardı.
Gece yarısı otobüse bindiğim halde uyumak yerine önümdeki minik ekrandan film izlemeyi tercih etmiştim. Sabah 06:00 gibi ilk defa Ankara toprağına ayak bastığımda benim gibi Ankara/Mamak'ta askerlik yapacak bir askerle (kısa dönem askerler ilk 12 gün birliklerine teslim olmasalar da askerlerdir) kahvaltı yapıp Kızılay'da öğlene kadar gezdikten sonra uzun süre iyi bir yemek yiyemeyeceğimiz düşüncesiyle bir de İskender yiyip birliğe doğru yola koyulmuştuk. Birliğe teslim olduktan sonra geçen 5,5 aylık o sürede o kadar şey yaşanıyor ki askerden dönenlerin neden ömürleri boyu anlatacak hikayeleri olduğunu anlayabiliyorsunuz. Ama sevgili okur şunu da belirteyim, anlamak başka uygulamak başka. Ben öyle askerlik anılarını anlata anlata bitiremeyenlerden değilim :)
17 Mayıs 2009 günü çattığında ayaklarımızın yere basmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. O anda geride kalan 5,5 ayda ne yaşadığınızın bir önemi kalmıyor, elinize verilmiş tezkere kağıtlarını çocukken elinize verilen şekerden farklı tutmuyorsunuz. Yine o an ve sonrası sizin için var, milat o zaman.
Yatağıma yattığım ilk gece alıştım sıcak evime. İki hafta geçtikten sonra başladım iş aramaya. Artık özgeçmişime askerlik durumu: yapıldı ibaresini de eklemiştim. Ama aklımı kurcalayan, zihnimi bulanıklaştıran başka bir şey vardı: Yüksek lisans... Askerdeyken ALES'e girdiğim için tek yapmam gereken başvuru yapacağım okulun yabancı dil sınavına başvurmaktı. Haziran ayında İ.T.Ü.'nün yabancı dil sınavına girip muafiyet kazandıktan sonra mülakat komisyonunun karşısına geçip vasıflarımı ve lisansta yaptığım bitirme ödevimi anlatırken bulmuştum kendimi. Güzel geçen bir mülakattan sonra hala yüksek lisans yapmak yerine bir an önce çalışmam gerektiğini düşünüyordum. Askerden gelir gelmez bulduğum üç işi de yüksek lisans yapmakla yapmamak arasında kaldığım için kaybetmiştim. En başta maddi sonrasında da manevi olarak kendimi yeterli hissetmediğim için yüksek lisansa çok olaylı başladım. Şu anda bile annemle her an tartışıyoruz. O ne olursa olsun yüksek lisans yapmamı, bense tam tersini savunuyorum. Zihnim o kadar karışık ki yüksek lisans yaparsam öğrenebileceğim konuları gördükçe, yüksek lisansta çalışmak istediğim konu hakkındaki makaleleri okdukça hiç istemediğim kadar yüksek lisans yapmayı istiyor; takılıp bir yerde kaldığımda da hemen su koyveriyorum. Hiç olmadığı kadar kararsızım bu konuda.
Yıllar önce Benim Hayallerim Var... başlıklı yazıyı yazdığımda bir dalgaya kapıldığımı söylemiştim. Şimdi o yazıma baktığımda bu blogu yazdığım için bir kez daha seviniyorum. Yıllar sonra bile açıp bakıyorum neler yaşadığıma, sizinle neler paylaştığıma.
Bir kaç yıldır rüyalarımdan bir türlü çıkmayan ilkokul aşkımı (ilk aşkımı) ne yapacağım? Her seferinde o kadar güzel o kadar masum rüyalar görüyorum ki sabah uyandığımda güne 1-0 önde başlıyorum :) Kendisiyle yıllar sonra geçen sene konuşmuş ve ona olan sevgimin hala ilk günkü gibi taze olduğunu söylemiştim. Hiç utanmadan, çekinmeden... Şimdi Turizm ve Otelcilik son sınıf öğrencisi olarak Akçakoca'da.
Üç yıl önce de dediğim gibi "Benim alçaktan uçtuğum, bir ayağımın sürekli yere sürttüğü hayallerim var..."
Sevgili okur eğer ki buraya kadar okuyabildiysen Öyle Bir Geçer Zaman Ki dizisini de mutlaka izlemeli ve sergilenen muhteşem oyunculukları görmelisin.
2005 yılında girdiğim üniversiteden 2009 yılında tarlaya sürülmek için mezun oldum. O 4 yılı uzatıp da 7+1 okuyanları hala anlayabilmiş değilim. Abi, üniversite bir yerden sonra çok monoton, sıkıcı oluyor. Son sene yüksek lisans yapmaya heveslenmiş bıldırcınları aksine bir an önce askere ve akabinde iş hayatına atılmak istiyordum. Üniversiteyi başarı (derecemi söylemeyeceğim, nazar edersiniz) ile bitirdikten sonra bir hışımla kendimi Üsküdar Askerlik Şubesi'nde buldum. Tam en civcivli olduğu vakit gittiğim için nerdeyse bir hafta sabah 7 akşam 5 ön askerlik deneyimi yaşadım. Daha asker olmadan asker olmayı başarıyorsunuz askerlik şubelerinde. Ağustos 2009 celbine yetişemesem de Aralık 2009 celbine Yedek Subay adayı olarak başvurumu yapabilmiştim. Temmuz 2009'dan Aralık 2009 tarihine kadar geçen o 5 ay hayatımın en zor geçen kısımlarından biriydi. Üçer ay arayla önce amcamı sonra da dedemi kaybetmiştim. Ne yalan söyleyeyim amcam için üzüldüğüm kadar dedeme üzülmemiştim; çok genç yaşta vefaat etti. İlk defa o zaman üzüntüden kalp krizi geçiriyor gibi oldum. O anları düşündükçe ailemizden birinin vefaatı şimşek gibi çakıyor şu karmaşık zihnime. Siz de benim gibi ailede ölecek ilk kişi olmayı dilemediniz mi hiç? Bu dileğin bencilce ve de günah olduğunu pekala biliyorum. Biliyorum ama...
12 Aralık 2009 günü eninde sonunda gelmişti. 10 Aralık saat 23:59 otobüsü ile Ankara yollarına düştüğüm o soğuk akşamı hiç unutmam. 24 yaşıma gelene kadar bir çok arkadaşımı yolcu etmiştim askere. Hemen hemen hepsi sünnet düğünü gibi eğlence tertip etmiş ve askere gümbür gümbür gitmeyi tercih etmişti. Hani o E-5 trafiğini kitleyen ve yolda İstiklal Marşı söylenen cinsten... Kendimi bildim bileli kalabalığı ve şamatayı sevmediğim için o gün geldiğinde valizimi alıp sesizce evden çıkmayı hayal ederdim. 24'üme geldiğimde aynen hayal ettiğim gibi sessizce ama sevdiklerimle yolcu edildim Ankara'ya. Kimsenin beni yolcu etmesini istemediğim halde sevgili ilkokul hocam (!) ve ailesi, sevgili dostum Emre ve ailesi, Ziya ve Emin dayılarım, kuzenim Ümit ve ailem beni yalnız bırakmamışlardı.
Gece yarısı otobüse bindiğim halde uyumak yerine önümdeki minik ekrandan film izlemeyi tercih etmiştim. Sabah 06:00 gibi ilk defa Ankara toprağına ayak bastığımda benim gibi Ankara/Mamak'ta askerlik yapacak bir askerle (kısa dönem askerler ilk 12 gün birliklerine teslim olmasalar da askerlerdir) kahvaltı yapıp Kızılay'da öğlene kadar gezdikten sonra uzun süre iyi bir yemek yiyemeyeceğimiz düşüncesiyle bir de İskender yiyip birliğe doğru yola koyulmuştuk. Birliğe teslim olduktan sonra geçen 5,5 aylık o sürede o kadar şey yaşanıyor ki askerden dönenlerin neden ömürleri boyu anlatacak hikayeleri olduğunu anlayabiliyorsunuz. Ama sevgili okur şunu da belirteyim, anlamak başka uygulamak başka. Ben öyle askerlik anılarını anlata anlata bitiremeyenlerden değilim :)
17 Mayıs 2009 günü çattığında ayaklarımızın yere basmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. O anda geride kalan 5,5 ayda ne yaşadığınızın bir önemi kalmıyor, elinize verilmiş tezkere kağıtlarını çocukken elinize verilen şekerden farklı tutmuyorsunuz. Yine o an ve sonrası sizin için var, milat o zaman.
Yatağıma yattığım ilk gece alıştım sıcak evime. İki hafta geçtikten sonra başladım iş aramaya. Artık özgeçmişime askerlik durumu: yapıldı ibaresini de eklemiştim. Ama aklımı kurcalayan, zihnimi bulanıklaştıran başka bir şey vardı: Yüksek lisans... Askerdeyken ALES'e girdiğim için tek yapmam gereken başvuru yapacağım okulun yabancı dil sınavına başvurmaktı. Haziran ayında İ.T.Ü.'nün yabancı dil sınavına girip muafiyet kazandıktan sonra mülakat komisyonunun karşısına geçip vasıflarımı ve lisansta yaptığım bitirme ödevimi anlatırken bulmuştum kendimi. Güzel geçen bir mülakattan sonra hala yüksek lisans yapmak yerine bir an önce çalışmam gerektiğini düşünüyordum. Askerden gelir gelmez bulduğum üç işi de yüksek lisans yapmakla yapmamak arasında kaldığım için kaybetmiştim. En başta maddi sonrasında da manevi olarak kendimi yeterli hissetmediğim için yüksek lisansa çok olaylı başladım. Şu anda bile annemle her an tartışıyoruz. O ne olursa olsun yüksek lisans yapmamı, bense tam tersini savunuyorum. Zihnim o kadar karışık ki yüksek lisans yaparsam öğrenebileceğim konuları gördükçe, yüksek lisansta çalışmak istediğim konu hakkındaki makaleleri okdukça hiç istemediğim kadar yüksek lisans yapmayı istiyor; takılıp bir yerde kaldığımda da hemen su koyveriyorum. Hiç olmadığı kadar kararsızım bu konuda.
Yıllar önce Benim Hayallerim Var... başlıklı yazıyı yazdığımda bir dalgaya kapıldığımı söylemiştim. Şimdi o yazıma baktığımda bu blogu yazdığım için bir kez daha seviniyorum. Yıllar sonra bile açıp bakıyorum neler yaşadığıma, sizinle neler paylaştığıma.
Bir kaç yıldır rüyalarımdan bir türlü çıkmayan ilkokul aşkımı (ilk aşkımı) ne yapacağım? Her seferinde o kadar güzel o kadar masum rüyalar görüyorum ki sabah uyandığımda güne 1-0 önde başlıyorum :) Kendisiyle yıllar sonra geçen sene konuşmuş ve ona olan sevgimin hala ilk günkü gibi taze olduğunu söylemiştim. Hiç utanmadan, çekinmeden... Şimdi Turizm ve Otelcilik son sınıf öğrencisi olarak Akçakoca'da.
Üç yıl önce de dediğim gibi "Benim alçaktan uçtuğum, bir ayağımın sürekli yere sürttüğü hayallerim var..."
Sevgili okur eğer ki buraya kadar okuyabildiysen Öyle Bir Geçer Zaman Ki dizisini de mutlaka izlemeli ve sergilenen muhteşem oyunculukları görmelisin.
Gece gece duygu seline kapıldım , yazının ardından "Benim Hayallerim Var..." yazını tekrar okudum.Koptum gittim vallaha...
YanıtlaSilÖncelikle merhumlara Allah'tan rahmet diliyorum.Mekanları cennet olsun inşallah...
YanıtlaSilDiğer taraftan askerlikle ilgili anlattıklarınızı da okuyunca benim 5 buçuk 6 ayım gözlerimin önünde canlandı :) Hele ki teskere alıpta sabah nizamiyeden dönmemecesine çıktığım gün :D
Onun dışnda ben de yüksek lisans vs. yok ama bir kpss miz var ki sormayın gitsin...:)
Neyse umarım her şey düşlediğiniz gibi olur...Saygılar...
hayat işte canım kardeşim.başkalarına sorsan kimbilir ne dertleri vardır.ama en önemlisi de hayatın karşısında bişeyleri başararak umutsuzluğa düşmeden önüne gelen her engeli aşmak en güzeli...ozaman gerçekten başardım diyosun.
YanıtlaSile r c a n (e g e)
Harbiden de oyle bi gecer ki zaman dun sokak arasindaki mac sonrasi koluyla sumugunu silerken bi yandan da recelli ekmegini yiyen cocuk, o cocugun babasi oluverir. Kime anlatsan anlamaz neler hissettigini, bi tek sen bilirsin, hatirlarsan ya gulersin ya buz kesersin..
YanıtlaSilVayy kesinlikle daha sık yazmalısınız bu tarz teknik dışı yazıları. Çok keyifle okudum. Umarım en doğru kararı verirsiniz. Bir de hayalleri gerçekleştirebilmek insan hayatının anlamı amacıdır bence. Oğluma verdiğim tek yaşam tavsiyesidir. Hayallerinin peşinden git, ama bir ayağın yere sağlam bassın ki onları gerçeklik düzeyine taşıyabil.
YanıtlaSilOkurlarınla bu kadar içten ve samimi olman yazına ayrı bir keyif katıyor. Yazı gerçekten çok güzel olmuş hiç bıkmadan sonuna kadar duygulu bir şekilde okudum, teşekkürler...
YanıtlaSilBu tür duygusal yazılar daha güzel. teşekkürler...
YanıtlaSilkitap okumama alışkanlığından olsa gerek genelde böyle düz yazıları sevmem. Ama konunun içeriğini anlamaya çalışırken de sonunu merak ettim. Buda senin yazma kabiliyetinden ve duygularını yansıtabilme özelliğinden olsa gerek. Ankaraya kadar seni yaşadım Ankaradan sonra kendimi. Ankara / etimesgut ve ben 15 ay kadar.Uzun yol boyunca sarı ışıklar, kızılay,iskender dediğin cümleler o günleri canlandırdı gözümde. Aslında anılarım taze hala. Askerlik arkadaşlarımın her selamından sonra "Ne Günlerdi be" diye başlayan sözleri o günleri unutturmuyor.
YanıtlaSilGüzel yazı olmuş.